Sakıncalı beş karşılaştırma |
Biz anneler bazen bebeklerimizin biricik olduğu gerçeğini unutuyoruz. Onların kendilerine has kişilik özellikleri, kendilerine has gelişim eğrileri, fiziksel ve ruhsal durumları olduğunu unutup, doğumdan itibaren bir karşılaştırma işine girişiyoruz. Halbuki bu karşılaştırmalar onların önüne büyük setler çekebilecek nitelikte. Bu yazımda, internet anneleri arasında ve çevremde sıklıkla rastladığım ilk göze çarpan beş karşılaştırmaya değinmek istiyorum.
1 – Boy ve Kilo
Doğduğu andaki kilo boy
durumundan başlayarak, çocuklarımızı zaman zaman diğer çocuklar ile mukayese
etmek ne kadar mantıklı? Her anne baba farklı genler taşıdığına göre, bu anne
babaların çocukları da farklı yapı, boy ve kiloda dünyaya geliyorlar. Bir kadın
hamileliğinde iyi beslenmiş, kendine dikkat etmiş, sağlıklı bir bebek dünyaya
getirmiş ise ve bu bebek kendi çizgisinde sağlıklı gelişiyorsa, boyunun kaç cm
olduğu, komşunun bebeğinden ne kadar uzun olduğu önemli mi? Boyunun kısa olması
onu daha kötü bir insan mı yapacak?
Dünyaya gelen o minik beden
kendine has özellikler taşıyor, kendi içinde kusursuz, tam ve yeterli. Öyleyse, daha ilk dakikalardan itibaren
başlatılan bu mukayeseye burada dur denmeli. Çünkü çalışmalar gösteriyor
ki, karşılaştırma yaptığınız anda, bebeğiniz
ne hissettiğinizi anlayabilir. Anlamakla kalmaz buna özgü kişilik
oluşturabilir.
2 – Oturma, emekleme ve yürüme
Boy ve kilo çizgisindeki
karşılaştırmalara, zaman içerisinde, hangi ayda oturduğu, emeklediği ve
yürüdüğü ekleniyor. Tıp dünyası, bununla ilgili çizelgeler oluşturmuş zaten, hangi
ölçüde sorun yaratacağını söylüyor. Fakat, annelerin yaptığı karşılaştırmalar
bir sorun olmasının kıyısından bile geçmiyor. Örneğin, bir bebeğin 10 aylıkken
de, 16 aylıkken de yürümeye başlaması normal iken, 10 aylıkken yürüyen bebekle
gurur duyulup, 16 aylıkken yürümeye başlayan bebeğin annesine karşı “geç
kalmış” sözcüklerine, “yazık” bakışları ekleniyor. Dolayısıyla, bu annenin, kendi
içinden çıkarmış olduğu bu muhteşem varlığı, çevrenin etkisi altında, her daim
“acabalarla” büyütmeye başlaması çok olası.
Dün katıldığım bir grupta, çocuklar
ve ebeveynleri birlikte otururlarken karşılaştırmalar içeren bir sohbet
geçiyor. Dede, “sizin kız kaç aylık? Maşallah ne güzel yürüyor. Bizim oğlan
şimdi 22 aylık, 20 aylıkken yürümeye başladı, doktora gittik, bir anormallik
yok dedi ama bilmiyorum hala hızlı koşamaz, biraz geri” diyor. Şimdi dedesinin
bu anlatışını, torunu hakkında “geri” dediğini duyan çocuk ne yapacak? “Sanırım
ben yetersizim” diye düşünmesi ve zihninde bu kaydın atılması maalesef olasılık
dahilinde. Belki, onun gelişim eğrisi bu yönde gidiyordur ve gerçekten
normaldir. Belki de, dedenin kendisinin
aşırı korumacı davranmasından dolayı, çocuk özgürce kendini koşmaya vermeyip,
sürekli temkinli davranıyordur. Karşılaştırma esnasında ne kadar kötülük
edebileceğimizi hatırlayalım. Çocuğun zihninde oluşan yetersizlik hissi sonra
hayatının hangi döneminde değişebilir bilmiyoruz.
3 – Park halleri
Sakıncalı 5 karşılaştırma |
“Kızınız kaç aylık? Kaç kilo? Ne kadar kilolu, maşallah.
Benim ki çok zayıf, şu vücut yapısına bak. Ne zaman düzelecek bilmiyorum”.
Düzelmek? Bozuk ve düzelmesi bekleniyor. Bu çocuk annesinin onun hakkında
“bozuk” diye düşünmesi hakkında ne düşünüyor?
“Senin kız kaç yaşına geldi canım… İki yaşını geçmiştir… Konuşmuyor
mu hala? Benim torun 2 yaşında bile değildi çok güzel cümleler kuruyordu.” Bu çocuklar birbirleriyle
karşılaştırıldıklarını elbette ki biliyorlar ve bu onların duygularını, hayattaki
duruşlarını ne kadar da çok etkileyebiliyor.
Çocuğu merdivenlerden çıkmaya çalışan çocuğun annesi “dur,
sen daha küçüksün, yapamazsın, ağabeyler yapar” diyor. Çocuğumuzun yüzüne karşı
“yapamazsın” tabirini söyleyivermek, başka çocukların yaptığı bir şey için onun
yapamayacağını düşünmek ve bunu dile getirmek, ona ne kadar büyük zarar
verebilir biliyor muyuz?
Hatırlayalım, her sohbette, her şekilde söylediğimiz
sözlerin onlar için anlamı çok büyük.
4 – Kreş, okul halleri
Veee… Çocuklar büyür, okul
zamanları gelir. Bu sefer de, anne ve babalar çocuklarının elişi becerilerini,
sınav notlarını hatta formasının üzerinde nasıl durduğunu diğer çocuklarınki
ile karşılaştırmaya başlarlar.
Zaten, zararları büyük olan not
sistemi üzerinden işleyen, yaratıcılığın gelişmesini engelleyen bir eğitim
sistemi varken, bunun üstüne, bir de anne babaların çocuklarını karşılaştırıyor
olmasının ne kadar kötü sonuçlara yol açabileceğinin farkındalığı ile büyütüyor
muyuz onları?
Sınıf arkadaşları arasında
matematik sınavından en kötü puanı almış olması o çocuğun aptal olduğu
anlamında gelmiyor. Sadece, onun yetenekleri ve bu hayattaki amacı
diğerlerinden farklı. Diğer yandan, okul sistemi, velileri öyle bir hale
getiriyor ki, matematikten 100 üzerinden 85 puan alan çocuğun anne ve babası,
bir dahaki sınavda ondan daha iyisini beklediklerini söyleyiveriyorlar. Bazen
de, anne babalar, “arkadaşının yazısı ne kadar güzel, sen de öyle yapabilirsin”
gibi bir cümle ile çocuklarını teşvik edici hoş şeyler söylediklerini
düşünüyorlar. Okul karmaşası üniversite bitene kadar devam ediyor. Hatta belki
bitmiyor, üniversiteyi 4 değil 6 senede bitiren gencin annesi konu hakkında
yakınmaya senelerce devam edebiliyor.
Sonuç ise, ailesini memnun
edemeyen, beklentileri karşılayamamanın ezikliği ile büyümekte olan, rekabet
ortamı içerisinde kendini hep değersiz hisseden çocuklar.
5 – Kristal veya değil
Bir de bu konu var son dönem. Çok
fazla kişi ilgili değil. Fakat ilk kez duyan bir anne bile hemen çocuğunun
“kristal çocuk” olması fikri üzerinden bir sabitlemeye gitmeye çalışıyor.
Kristal çocuk tanımı o kadar güzel yapılıyor ki, çocuğu bu ihtimal içerisinde
olmadığına karar veren anne hemen üzgün hissediyor.
Çocuklar büyüyor fakat ebeveynler
arasında konuşma içerikleri pek de değişkenlik göstermiyor. Çocuklarından
beklentileri çok yüksek olan anne babalar memnuniyetsizlik hallerine devam
ediyorlar. İş, evlilik, torun, vb. karşılaştırma alanları bitmiyor. Hal böyle
olunca kendini yetersiz ve değersiz hisseden çocuklar böyle hissetmeye devam
ediyorlar, anne babalarına karşı hep mahcup, ya aşırı hırslı ve mutsuz, ya da
aşırı bitkin ve mutsuz.
Şöyle demeli bir anne ve baba,
“benim çocuğum çok değerli, bu değeri ona başkaları üzerinden biçemem, her
şeyden ve herkesten ayrı olarak bir değere sahip, dolayısıyla, tüm davranış ve
sözlerimde bunu ona hissettirmeli, rekabet ortamından etkilenmeden onu kendi
içerisinde değerlendirmeliyim.”
Kıyaslama olmayan güzel günler
dileği ile…
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder